Dünya Havacılık Tarihi

Taçsız kral: Hawker Hurricane

Selim ATALAY – Bölüm 1

İkinci dünya savaşı ve İngiltere denildiğinde akla ilk  gelen savaş uçağı Supermarine Spitfire av-önleme uçaklarıdır. Sokaktan geçen adama sorsanız Spitfire av-önleme uçağının Britanya savaşının kahramanı olduğunu ve İngiltere’yi Nazi Almanya’sına teslim olmaktan koruyan en önemli silah olduğunu söyleyecektir. 

Spitfire ve bir avuç avcı pilotu olmasaydı dünya şu an bildiğimiz yerden çok farklı olabilirdi. Bu cümleleri ortalama bir Türk vatandaşının kuramayacağını iddia edebilirsiniz. Memlekette gerçekten havacılıktan anlayan kaç kişi var ki bu konulara ilgisi olsun ve yorum yapsın diyorsunuz. Haklısınız. Pek iyi ya cümleleri kuran kişi ortalama bir İngiliz vatandaşı olsaydı . O zaman da hiç çekinmeden kardeşim orada dur yanlış bildiğin şeyler var diyebilir miydiniz?

Önde Spitfire, arkada Hurricane… İkinci Dünya Savaşı’nda İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri’ni omuzlayan iki uçak.

Spitfire av-önleme uçağı her daim namı isminden önce yürüyen bir uçak olmuştur. Pek çok İngiliz’in ve ahsen benim de ikinci dünya savaşı uçakları arasında favori uçağıdır. Yüksek performanslı bir avcı uçağı olarak başarılı bir tasarıma sahipti. Eski havacı tabiriyle güzel görünen ve bir o kadar da güzel uçan bir uçaktı ama Britanya savaşını kazanan uçak değildi ama bu ikonik uçak nasıl olmuştu da  savaştan sonra tüm şan ve şöhretin sahibi haline gelmişti.

Bugün burada İngilizlerin bile kendi havacılık tarihleri hakkında doğru zannettikleri bir  yanlışı düzelteceğiz sizinle. Neredeyse seksen yıldır hakkı yenmiş ve hor görülmüş bir avcı uçağının hikayesini yeniden birlikte yazacağız.

Otuzlu yıllar dünya tarihinin  pek çok önemli hadisesinin tanığıydı. Siyasi tarihe mal olmuş bu olaylar büyük devletleri yavaş ama emin adımlarla ikinci dünya savaşına sürüklüyordu.Havacılık tarihi ise siyasi tarihe tezat bir şekilde çok hızlı ilerliyordu.Beş sene önce dünyanın en modern uçağı denilen hava araçları beş sene sonra vasat uçaklar haline geliyordu.On sene içerisinde pek çok uçak çağ dışı hale geliyordu.

Geleceğin savaşlarının nasıl olacağı konusunda hiç bitmeyen bir tartışma vardır. Bu soruya doğru yanıtı verebilen askerler , diplomatlar , bilginler veya hükümdarlar genellikle tarihin seyrini belirlemişlerdi.Bu tartışma otuzlu yılların siyasi çalkantıları nedeniyle yeniden alevlenmişti.

Büyük devletlerin siyasetçileri ve askerleri yeni bir savaşın kapıda olduğunu düşünüyordu.Şüphesiz en büyük tartışma askeri havacılık konusunda yaşanıyordu.Uçakların nasıl kullanılması gerektiği konusunda herkes hem fikir değildi ama hem fikir olunan bir konu vardı.Bombardıman uçaklarını durdurmak veya onları engellemek mümkün değildi.Bombardıman uçakları güçlü motorları , büyük yakıt tankları ile yüksek irtifadan gelecekti.Hiç bir uçaksavar topu onlara isabet kaydedemeyecekti.Avcı uçakları ise ne kadar hızlı olursa olsun bombardıman uçağına zamanında yetişemeyecekti.Belki önceden inisiyatif alınırsa bombardıman uçaklarını kendi hava sahasına girmeden bulmak mümkün olabilirdi.Bu sayede uçaklar bombardıman uçaklarını kovalayabilir yahut düşürebilirdi.Gözden kaçan bir uçak görevini yapabilir ve bir şehri yangın yerine çevirebilirdi.Kimilerine göre bombardıman uçaklarının bu riski almasına gerek yoktu.Gece vakti ansızın gelen bir bombardıman uçakları avcı uçaklarına yakalanmadan bombalarını bırakıp hiç hasar almadan geri döneceklerdi.

Birinci dünya savaşının mağlubu Almanya  hakaret gibi gelen Versay antlaşmasının hükümleri altındaydı.Bu hükümler uyarınca uçak imal etmesi yasaktı. Öte yandan uçaklar savaşın olmazsa olmaz gereçleriydi.Ne olursa olsun onlara sahip olmak gerekiyordu.Bir kurdu kafese koysanız da doğasını değiştiremezdiniz. Versay antlaşmasının yükümleri bağlayıcıydı.O nedenle tabiri caizse antlaşmanın etrafını dolanmak gerekiyordu. Bu nedenle Almanya bombardıman uçaklarını sivil yolcu uçakları olarak geliştiriyordu. Alman yetkiler bu uçaklar için Kuzu postuna bürünmüş kurtlarımız diyordu.

Otuzlu yılların başında Alman Heinkell firması alttan kanatlı bir yolcu  uçağı üzerinde uğraşıyordu. Bu çabalarının sonucunda He-70 Yıldırım yolcu uçağı ortaya çıkmıştı. Uçak 1933 yılında kullanıma girmişti.O zaman kadar olan tüm rekorları alt üst etmişti.Tüm bunları sadece tek motorla başarmıştı.Kısa zamanda uçak çift motorlu hale gelecekti ve 360 km ile kırdığı hız rekorunu yeniden kıracaktı.

Yaşanan bu gelişmeler ekonomisi çok kötü durumda olan İngiltere’yi kara kara düşündürüyordu. Almanya’ya havacılık okumaya giden mühendislerin hepsi bir ağızdan Almanya’nın havacılık teknolojisinde çok ileride olduğunu söylüyordu. Hızlı bir yolcu uçağını bombardıman uçağına çevirmek onlar için hiçbir şeydi.  Bombardıman uçakları gittikçe hızlanıyordu. Kabiliyetleri artıyordu. 

İngiltere’nin üzerine kabus gibi çöken bu korkunun başka bir boyutu daha vardı. İki tarihi düşmanı Fransa ve Almanya kıyıları İngiltere’ye çok uzak değildi. Neredeyse taş atımı mesafesindeki bu ülkelerden kalkacak bir bombardıman uçağı kısa sürede fark edilmeden İngiltere’ye ulaşabilirdi. İngiliz hazinesi yükselen bu güvenlik tehdidine kayıtsız kalamadı .İngiltere’yi savunmak her imkan kullanılmalıydı.Kesenin ağzı açılmıştı.Modern bir avcı uçağı geliştirilmesi için bütçe çıkarılmıştı.

İngilizler yeni avcı uçağının tek kanatlı mı yoksa çift kanatlı olması gerektiği konusunda emin değildi Çift kanatlı uçaklar evrimlerinin son halkasındaydılar. Ahşap , kumaş ve bir miktar çelik tel güçlü bir motorla buluştuğunda ortaya uçak çıkıyordu.En temel düzeyde bir marangoz , bir motor ustası ile bir mühendis bir araya geldiğinde bir uçak imal edebiliyorlardı.Ahşap bol bulunan geleneksel bir yapı malzemesiydi.Hafifti ve bu hafifliğinin yanında doğru ahşap kullanıldığında çok ağır yükleri taşıyabiliyordu.Düşük güçteki piston motorlarla çalışabiliyordu.Motor durduğunda hafif olan bu uçaklar bir planör gibi uçabiliyordu.Tüm bu olumlu özellikleri yanında ahşabın çok önemli sıkıntıları da vardı.Kolaylıkla tutuşabilirdi.Makineli tüfek atışları kelimenin tam anlamıyla tereyağını kesen bıçak misali ikiye bölebiliyordu.

O yıllarda İngiltere’nin elindeki en hızlı uçak Hawker üretimi Furry avcı uçağıydı.Saatte 322 km hızla ulaşabiliyordu , müthiş akrobasi yeteneğine sahipti.Rolls Royce üretimi Kestrel (Kerkenez) motoru kullanıyordu.Bu motorlar zamanın en iyi motorlarından sayılıyordu.Öyle ki pek çok Alman uçağı milli bir motor üretilmeden önce Rolls Royce Kestrell ile ilk uçuşlarını yapmıştı.Motor ilk üretildiği yıllarda 450 beygir güç üretiyordu.Son üretilen varyantları 720 beygir gücüne çıksa da Furry Mk 1 modeli 525 mk 2 modeli 680 beygir gücünde bir motorla uçuyordu.

Uçağın tasarımcısı Sydney Camm yeni avcı uçağının tasarlayabileceğini belirtiyor ama havacılık bakanlığı çift kanatlı uçak fikrine sıcak bakmıyordu. Avcı uçağının yüksek hızlı olması birinci öncelikti. Bombardıman uçakları çoktan saatte 400 km sınırına dayanmışlardı. yeni üretilecek avcı uçağı en azından düz uçuşta 500 km hıza ulaşabilmeliydi.

Nihayetinde aynı motorla uçan alttan tek kanatlı uçaklar hız rekoru kırıyordu. Bir yandan da RAF (Kraliyet Hava Kuvvetleri) bütün pilotlarını çift kanatlı uçaklarla yetiştiriyordu. Bütün havacılık endüstrisi çift kanatlı uçakları üretiyordu.İddiaya göre Sydney Camm  Hawker Furry tasarlarken bu uçağın tek kanatlı bir versiyonunu da tasarlamıştı.Çift kanatlı uçakların sürede havacılık bakanlığının arzuladığı nitelikleri sağlayacak bir uçak tasarlayabilecekti.Önerdiği uçak  dış görünüş olarak Hawker Furry uçağının tek kanatlı halinden başkası değilmiş gibi duruyordu ama çok önemli iki özelliği çıplak gözle fark edilebiliyordu.

Pek çok çift kanatlı uçağın en büyük eksikliği sabit iniş takımlarına sahip olmalarıydı. Bu özellik pilotluk anlamında kolaylık sağlıyordu ama ciddi  sürüklenme yaratıyor ve uçağın hızını düşürüyordu. Tasarım açılıp kapanabilen iniş takımları ile değiştirilmişti. Bu sayede uçağın hızı artmıştı.Yapılan değişikliklerden birisi ise flaplara sahip olmasıydı.

Uçağın gözle fark edilmeyen en büyük farkı ise Rolls Royce imalatı Merlin (Bozdoğan) motorları idi. Motor tamamen sıfırdan tasarlanmıştı.1100 beygir gücü üretebiliyordu. Sydney Camm’in başka alternatifleri de  vardı.Örneğin başarısı kanıtlanmış Kestrel serisi motorların geliştirilmiş modeli Peregrine (Şahin) serisi modelini seçmemişti. Peregrine 850 beygir gücü üretiyor olsa da 450 beygirlik bir motorun tasarım ötelemesiydi. Merlin motorları ise istenildiği zaman daha da geliştirilebilecekti. Bu tercihin ne kadar kritik olduğunu Britanya savaşında ve sonrasında zaman bize gösterecekti.

Bu saydıklarımın haricinde ise Hawker Huricane ile Hawker Furry aynı uçaktı.Furry ataları gibi ahşap bir iskelete sahip değildi belki ama çelik borulardan oluşturulmuş bir iskelet bütün uçağın ana taşıyıcı elemanıydı.Hawker Huricane av-önleme uçağını soyduğunuzda ortaya çıkan şey evinizin su tesisatına benzeyen bir şeydi.Çok havalı durmadığının farkındayım ama sizi şaşırtmaya devam edeceğim.Tüm bu taşıyıcı yapıyı kaplayan ve onu uçağa benzer şekle sokan şey özel kaplanmış bir kumaştı.

Uçağın motorunu koruyan kaporta ve pilotu koruyan zırh haricinde tamamen iki metre bezden pardon kumaştan oluşuyordu. Tamamen metal uçakların ortaya çıktığı bir zamanda Hawker Huricane kelimenin tam manasıyla iki arada bir derede kalmış , ne ondan ne bundan olan bir uçaktı.Güzel bir uçak da değildi.Çirkindi anlayacağınız.Bu kadar olumsuzluğun yanında kendinden istenilen şeyi yapabiliyordu 17750 feet irtifada ( 5410m) 510 kilometre hızla uçabiliyordu. Bu yüzden savunma bakanlığındaki pek çok bürokrat ve gelecekten kaygı duyan İngiliz vatandaşını yataklarında rahat uyumasını sağlayabilecekti.

Hawker Hurricane ilk uçuşunu 1935 yılında yaptı. Seri üretime ise ancak 1936 yılında geçebildi. Bu tarihten sonra birliklere dağıtılmaya başlandı.Uçak sekiz adet 303 British (7.7 mm) Brovning makineli tüfekle donatılmıştı.Bu noktada  ikinci dünya savaşı hava muharebelerini anlayabilmeniz için uzun bir u bir parantez açacağım. Genel manada motor ve silahlardan bahsedeceğim. Burada yazdıklarım ileride yazdıklarımı anlamanızı kolaylaştıracak.

İngilizler makineli tüfek yerine makineli top kullanımı konusunda kafa patlatmışlardı. Yapılan ilk test sonuçlarında 20 mm topların mekanizması 30-40 atımda sıkışmıştı. Toplar etkileyici bir atış gücüne sahipti ama silahı tutukluk yapan asker misali kimse işini şansa bırakmak istemezdi.Öte yandan Browning makineli tüfeği sorunsuz çalışıyordu.Havacılık bakanlığı daha fazla makineli tüfeğin iki yada dört adet makineli toptan daha etkili olacağını düşünüyordu.

İngiliz uçak tasarımcıları silahları geleneksel olarak en uygun yer olan kanatlara yerleştirmişti. Bununla birlikte bu durumun ciddi bir sıkıntısı vardı. İnsanların doğal atış hattı iki gözünün arasından geçen hayali bir çizgidir. Kişiler kendi baskın gözüne göre elindeki silahı hafifçe yaklaştırma eğilimde olurlar.Temel anlamda 8 adet makineli tüfekle nişan almak 1 adet piyade tüfeği ile nişan almaktan farklı değildir.Kanatlara çok sayıda silah ve mühimmat yüklenebiliyordu ama pek çok pilot en isabetli atışlarını uçağın burnuna monte edilmiş makineli tüfeklerle yapabiliyordu.

Bu durumu aşabilmek için makineli tüfekler kanatlara uçağın gövde hattına paralel değil de bu hattı kesecek şekilde yerleştirildi. Basitçe 8 adet makineli tüfeğin atış yolu kocaman X harfine benzerdi.Makineli tüfeklerin hepsi tek bir noktada kesişirdi.İngiliz hava kuvvetleri bu mesafeyi 400 metre olarak belirlemişti.Bir Hurricane pilotu hedefine 400 metre yaklaştığında 8 makineli tüfek de aynı noktaya isabet edecekti.

İlk jet motorlu uçaklar ortaya çıkasıya kadar piston motorlu uçaklar gökyüzünün hakimiydi. Bu kadar güçlü motorları soğutmak çok ciddi bir meseleydi.İlk icat edilen motorlar radyal motorlardı.Bu motorlar ısınınca soğumak için havaya ihtiyaç duyuyordu.Bu nedenle hava soğutmalı olarak da bilinirlerdi.Motorun büyük kısmı dışarıda hava alabilecek şekilde tasarlanıldı.Çok yüksek güçler alınabilen bu motorlar maalesef kocamandı.

Öte yandan bir de su soğutmalı ya da belki daha doğrusu sıvı soğutmalı motorlar vardı. Bu motorlar nispeten güçlüydü. Motor yüksek devirlerde soğumak için havaya ihtiyaç duymuyordu. Dolayısıyla dibine kadar zorlamak mümkündü.Başlangıçta su kullanılan bu motorlar otomobillerde olduğu gibi radyatöre sahipti.

Tıpkı otomobillerde olduğu gibi radyatör bu motorların Aşil topuğu idi.Yalnızca tek bir kurşun motoru kendini soğutamaz hale getirirdi.Bu durumda motor kısa sürede hararet yapardı.Motor kısa sürede aşırı ısınır ve yanmaya başlardı.Yağ ve yakıt tutuşurdu.Bu noktadan sonra uçaktan atlamaktan başka seçenek yoktu.Kimi motorlarda soğutma sıvısı Etilen Glikol gibi yanıcı özelliği yüksek olan bir sıvı da olabiliyordu.

Yüksek irtifalarda motorlar istenen performansı gösteremez ve çoğunluğu yüksek irtifalara çıkamaz yahut da düşük performansla uçabilirdi. Bunun nedeni yakıtın yanabilmek için havaya daha doğrusu oksijene ihtiyaç duymasıydı. Oksijen her yanma denkleminde olmazsa olmazdır. Yüksek irtifalarda havanın yoğunluğu ve dolayısıyla oksijen azalıyor ve yakıt yanma odasında tamamen yanamadığı için performans düşüyordu.Bunu çözebilmek supercharger  ve turbocharger gibi sistemler kullanılıyordu.Temel manada  aynı işi yapan iki  sistemde  havayı emer  ve onu yüksek basınçla doğrudan pistonlara gönderirdi. Supercharger gücünü pervanenin de bağlı olduğu motor milinden aldığı için bir miktar güç kaybı yaşatırdı ama hava-hava muharebelerinde anlık cevap verebilirdi. Turbo ise gücünü motorunu egzoz gazından alırdı. Bu nedenle motorun gücünü azaltmazdı ama cevap vermesi süresi uzundu.

Diğer bir yöntem farklı yakıtlar kullanmaktı. Bu durumda havadan bağımsız olabilmesi için yüksek oksijen içeriği olan yakıtlar kullanılırdı.. Oldukça yanıcı olan bu yakıtlar Nitro oksit (NOS) gibi gazlarla oksijence zengin yakıt karışımı oluşturularak pistonlarda yakılırdı. Dolayısıyla bu motorlar kelimenin tam anlamıyla dizginlenmeyen canavarlardı.En ufak bir hatada uçak kocaman bir alev topuna dönüşebilirdi.İkinci dünya savaşı pilotlar ve makineli tüfekler arasında geçiyormuş gibi görünebilir ama arka planda çok büyük bir motor savaşı da vardı.Gerek avcı uçakları gerekse bombardıman uçakları savaş boyunca daha yüksek performanslı veya daha güvenli motorlarla güncellendiler.Bu güncellemeler bazen çok kısa sürede gerçekleşebiliyordu.

Bu uzun parantezi kapatalım. Hawker Huricane geleneksel üretimi temsil ediyordu.Üretmek çok kolaydı.Bu nedenle kısa sürede çok sayıda üretilebilmişti.İkinci dünya savaşı başladığında RAF elindeki her bir Spitfire av-önleme uçağına karşı iki adet Hurricane avcı uçağı vardı.Yine de Alman Me-109 avcı uçaklarının İspanya’da neler yaptığı göründüğü zaman İngiliz Hava Kuvvetleri komutanları arasında ciddi bir güvensizlik problemi oluşmuştu. Hurricane gerçekten son model Alman avcı uçaklarına  karşı koyabilir miydi. Bu soru kafaları karıştırıyordu.

Türkiye işte tam bu yıllarda benzer kaygılara sahipti. Bir dünya savaşı çıktığında kara ordusunun Ankara’ya ulaşması günler sürebilirdi ama bir bombardıman uçağı Ankara’ya bomba bırakıp rahatlıkla geri dönebilirdi.Ankara , İstanbul ve İzmir gibi şehirler bombardımana açıktı. Bu durum memleketimizde de hava kuvvetlerimiz ülkemizi korumaya muktedir midir sorusunu ortaya çıkarıyordu.Herkes çift kanatlı ya da üstten kanatlı avcı uçaklarının modern tek kanatlı avcı uçaklarına karşı şansı olup olmadığını merak ediyordu.

Başlarda da söylediğim gibi otuzlu yıllarda uçaklar ve motorlar çok çabuk demode oluyordu. Elimizde ki avcı uçaklarının çoğunluğu demode olmuş uçaklardı.İspanya iç savaşında Almanların işlettiği Akbaba Lejyonu (Legion Condor) Me-109 avcı uçakları ile yeni teknolojinin eski teknolojiyi nasıl alt ettiğini ortaya koymuştu.Sonunda Türkiye cumhuriyeti de modern avcı uçaklarını temin etmek istemişti.Bu maksatla İngiltere ile görüşülmüştü.Spitfire ve Hurricane av-önleme uçakları satın alma talebi iletilince başlangıçta bol miktarda bulunan Hurricane Mk.1 av-önleme uçaklarının satışına onay çıkmıştı.Türk hava kuvvetleri 1939 yılında Hurricane avcı uçaklarını envanterine almıştı.

Herkesin çekinceyle baktığı bu çirkin avcı uçakları gerçek bir hava muharebesinde neler yapabileceklerdi. Bütün bu soruların cevabını yazımızın ikinci kısmında bulacaksınız.

SELİM ATALAY’IN DİĞER HAVACILIK YAZILARI:

Neden havacılık filmleri gerçekçiliğini yitirdi?

‘Masters of air’ dizisinin çekimleri başladı

Filmlerin efendisi Peter Jackson ve havacılık tutkusu

Kore Savaşı’nda ABD’nin ilk siyah pilotunun hikayesi

 

 

 

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu