Havacılık TarihiSelim AtalayYazarlar

Kütahya’da düşen P-47 uçağının peşinde

1950 yılında Kütahya’da düşen P-47 uçağını aramak için yola çıkmıştım. Yolum bir şekilde Kınık köyüne düşmüştü. Köye varıp hikayeleri dinleyince bir yerlerde hata yaptığımı fark etmem uzun sürmemişti. Yakınlarda “Elekli” diye bir mevki yoktu. Kendi kendime mademki buraya da düşen bir uçak  var o zaman vardır bu işte hayır demiştim. Bu sayede T-6 kazasının detayları öğrenmiştim.

Yazım yarım kalmıştı. Benim aklım da P-47 kazasında. Acaba Elekli neredeydi? Kazayı gören var mıydı? Bu soruların cevabını bir süre arayamayacaktım. Söz, nişan ve düğün derken evlenmiştim.

Tekrar gazete haberlerine ve Google Earth programına geri dönmüştüm. Sonunda Kütahya Kültür ve Varlıklarını Koruma Kurulu’na ait bir belgede günümüzde Hacı Azizler mahallesinde Elekli Nekropolü olduğunu öğreniyorum. Bölgeyi turlamaya karar veriyorum.

Haritalardan ve uydulardan baktığımda şehir merkezinden 100-150 metre yüksekte dağlık bir alan olduğunu görüyorum. Hacı Azizlerde tanıdıkları olan bir iş arkadaşıma uçak kazasını sordurtuyorum. Sorduğumuz kişi olayı teyit ediyor ama detaylı bilgiye sahip değil. Belki “Yağcılar Çiftliğinde” hala hatırlayan birileri vardır diyor.

Bölgeye gidiyorum

Bir keşif turu yapmak için yanıp tutuşuyorum. Yağcılar Çiftliğinin tam yerini bilmesem de Google Earth programından bakarak alternatifleri ikiye indiriyorum. Havaların da güzel olduğu bir Pazar günü saat 11.00 gibi yanımda iş arkadaşım ve kayınbiraderim yola çıkıyoruz.

Aracımla gittiğimiz taşlı topraklı yoldan yukarıya tepeye doğru çıkmamız gerekiyor. Aramızda istişare edip arabayı bırakıp yürümeye karar veriyoruz. İlk uğradığımız yerde bizi yıkılmış evler karşılıyor. Burada öğlene kadar vakit geçiyoruz. Yolun sonundaki tek yerleşim yeri olan ikinci alternatifimize doğru yola çıkıyoruz.

Kazayı annesinden dinlemiş

Yağcılar çiftliğinde 68 yaşındaki Ramazan Yağcı ile buluşuyoruz. Olayı bildiğini dile getiriyor.  Annesinden ve dayısından dinlemiş. Başlıyor anlatmaya:

Harman zamanıymış. Üç tane uçak güneyden gelip kuzeye doğru gidiyormuş. Uçaklardan birisi arızalanmış. Kütahya meydana inmek istemiş. İnemezsin değişmişler. Şehre düşme denilince dağa kırmış. Uçak Hacı kavaslar çiftliğinin oradaki bir yamaca çarpmış. O vakit sadece iki büyük çam ağacı varmış bu uçak da onların arasına düşmüş. Uçağın düştüğü yerde yangın çıkmış tıpkı dinamit patlaması gibi ses duyulmuş. Oralar şimdi bu koca orman gibi oldu”

Ramazan amcaya Elekli mevkisi hakkında sorular soruyorum. Hem Elekli mevki var hem de Elekli çiftliği var diyor. Elekli mevki çok büyük ve uçağın düştüğü yer Kütahya’nın Hamidiye mahallesine bağlanmış. Uçağın Topçular çiftliği üzerinden geçtiğini ve Hacı Kavaslar çiftliğine düştüğünü tekrarlıyor belki diyor olayı gören olmasa da görenden dinleyen birileri hala sağdır.

Ramazan amca bize uçağın düştüğü yeri tarif ediyor. Tarifi en az dört kere dinliyoruz. Bulabileceğimizi ümit ederek yola çıkıyoruz. Bende yolda giderken kafamda dinlediklerimin sağlamasını yapıyorum. Genellikle dinlediğim hikayelerde ortak olan noktaları birleştirmeye gayret ediyorum. Duyduklarım elimdeki diğer bilgilerle kıyaslıyorum.

Harman zamanı Ağustos sonları Eylül başlarıdır. Uçağın düştüğü tarihle örtüşüyor. Mevki örtüşüyor ; doğru iz üzerindeyim. Biraz zorlansak ta kaybolmadan uçağın düştüğü yeri buluyoruz. Ramazan amcanın tarif ettiği gibi Münevver teyzeyi buluyoruz. Uçağın çarptığı yamacın hemen altında evi var. Onunla konuştuğum zaman olayı kaza sırasında orada olmayan annesinden dinlediğini öğreniyorum.

Ben soruyorum o anlatıyor:

Burada olanlar kaza mahalline kurtarmaya gitmişler ama kurtarılacak bir şey kalmamış. Pilotu soruyorum. Pilot yanmış parçalanmış. Postallarını bulunca asker olduğunu anlamışlar. Pilot bir kişi miydi diye soruyorum. Baştan bir kişi dediler ama sonradan iki kişiymiş dediler.

Münevver teyzenin son cümlesi kafamı karıştırmıyor değil. Bana olayı görmüş ve uçağın düştüğü yeri bilebilecek birkaç kişiden bahsediyor. Vakit ikindiye yaklaştığı için geri dönüyoruz. Artık yolları öğrendik zaten iki gün sonra 23 Nisan “Ulusal egemenlik ve Çocuk Bayramı”

Havacılık tarihinden P-47 uçağı

Ben küçük bir ara vermiş olabilirim ama size P-47 Thunderbolt uçağından bahsetmek istiyorum.

P-47 avcı uçağı kocaman P&W R-2800 Double Wasp çift sıralı 18 silindirli motoruyla, eliptik kanatlarıyla, sekiz adet 12.7 mm makineli tüfeğiyle ve klimalı kokpitiyle ikinci dünya savaşının en ikonik uçaklarından birisiydi.

Uçağın XP-47 A isimli  prototipi Alllison V-1710 su soğutmalı motorlarla donatılmıştı. Burunda iki adet 12.7 mm makineli tüfek ve kanatlarda dört adet 7.62 mm makineli donatılmıştı. Uçak dönemin havacı kurmayları tarafından Luftwaffe uçakları karşısında yetersiz kalacağı gerekçe gösterilerek beğenilmedi.

Uçağın tasarımcısı Kartveli uçakta radikal bir değişiklik yaparak uçağa P&W R2800 Double Wasp motorunun konulması  kararını verdi. Sonuçta ortaya boş ağırlığı 4500 kg olan bir uçak ortaya çıktı. Uçak 1942 yılı sonları itibariyle cepheye gönderildi.

İngiltere’den kalkan B-17 ve B-24 bombardıman uçaklarına refakat ediyordu. Ağır olduğu için Alman avcılarını kovalamakta çok iyi değildi ama bu ağırlık yüksek irtifadan dalışa geçildiğinde hız olarak geri dönüyordu. Sahip olduğu 8 makineli tüfekle Alman avcılara göz açtırmadan ateş ediyordu.

P-47’nin en büyük dezavantajı kısa menziliydi. Bombardıman uçaklarına Almanya’nın içlerine kadar eşlik edemiyordu. Geriye dönerken Alman kara birliklerini, trenleri, ve zırhlı araçları kanatlarındaki roketlerle saldırı düzenliyordu. “D” varyantı 450 kilograma kadar bomba taşıyabiliyordu. P-47 kelimenin tam manasıyla bir av-bombardıman uçağıydı.

P-51 avcı uçaklarının hizmete girmesiyle P-47 uçakları bombardıman ve havadan yere taarruz görevlerine odaklanmaya başladı. P-47’nin gerek uçaksavar gerekse makineli tüfek ateşlerine karşı dayanıklı olması onu yakın hava desteği görevlerinde biçilmez kaftan kılmıştı. Seneler sonra Amerikan hava kuvvetleri A-10 uçağını hizmete aldığında ona P-47’yi onurlandırmak adına Thunderbolt 2 ismini vermişti.

Türk hava kuvvetleri ilk P-47 uçaklarını D varyantı ve damla kanopili P-48 uçaklarının 1948 yılında hizmete aldı. Toplamda 180 adet uçak 9. , 5. Ve 8. Hava alaylarına tahsis edilmişti. Ülkemize gönderilerin uçakların büyük çoğunluğu 1944 yılı imalatıydı.

Rahmetli Temel Altınışık idaresindeki 7018 kuyruk numaralı P-47 ABD tarafından verilen seri numarası 44-33520 idi.

Yerini jetlere bıraktı

P-47 av-bombardıman uçakların Türkiye’de ki görev süreleri nispeten kısa süreli olmuştur. Türk hava kuvvetleri ellili yıllarda jet uçaklarıyla tanışmıştı. P-47 uçakları 1952 yılından itibaren F-84 uçaklarıyla değiştirilmeye başlanmıştı. 1954 yılında ise emekli edilmişti. Günümüzde kare forslu bir örneği Yeşilköy’de bulunan havacılık müzesinde sergilenmektedir.

23 Nisan Salı günü bu sefer Kütahya’nın içinden yola çıkıyoruz. İstikametimiz Topçular Çiftliği. Yolları artık daha iyi bildiğimiz için doğrudan Hamidiye mahallesinden yukarıya doğru gidiyoruz. Sıkıştığımız yerde yolu sorarak gidiyoruz.

Kayınbiraderim arabayı park etmekle meşgulken uzaktan yaşlı bir amca el ediyor. Hemen o tarafa doğru yöneliyorum. Yaşı seksene yakın olan Mehmet Ali  Topçu amcayla sohbete başlıyoruz. Bu bölgeye 74 sene önce bir uçak düşmüş ben de onu araştırıyorum diye söze başlıyorum. O da hemen anlatıyor:

“Babam düşerken uçağı görmüş. Bizler ufaktık ama bizde o günü hatırlıyoruz. Yaşları birbirine yakın üç erkek kardeşiz. Babamla birlikte hayvanların başındaymışız. Akşam ezanı çoktan okunmuş bizde artık eve geri dönüyorduk. Uçağın düşme anlarına şahit olduk. Uçağın düştüğü yere gitmek istedik ama biz küçüğüz diye babam izin vermedi”

Bu sırada telefonum çalıyor. Arayan kayınbiraderim bana uçağın düşme anını gören canlı bir tanık bulduğunu söylüyor. Aklımdan bir taşla iki kuş vurdum düşüncesi geçiyor. Ben bunu düşünürken Mehmet Ali amca “o benim birader Hüseyin” diyor.

Olayı Mehmet Ali amcaya anlattırıyorum:

“Akşam ezanı ile yatsı ezanı arasında tarladan geliyorduk. Biz tam eve girdik. Uçak şehrin üzerinde bir tur attı. İkinciyi bir daha döndü. İzin vermemişler tugaydan inmesi için. Bir daha dönmüş dağa çekmiş uçağı şehre düşmemesi için. O zamanlar öyle söylediler. Havada bir patladı şap diye bir ses duyduk. Sonra ikinci kere patlama oldu. Biz gidip bakmak istedik ama babam ölü görmeyelim diye istemedi. Sonra polis, jandarma tugaydan asker ve meraklı vatandaşlar bir oldu geldi. Uçak parçalarını devlet götürmedi. Millet sonradan götürdü. At arabalarıyla öküz arabalarıyla götürdü. Uçağın çarptığı yerde fazla bir ağaç yoktu. Pilot için  o zaman iki kişi dediler.

Hüseyin amcayla konuşmaya gitmeden önce dinlediklerimi kafamda toparlıyorum. Ağustos vakti yatsı ezanın okunması 21.30-22.00 bulabiliyor. Öyleyse zaman doğru diyorum. Personel sayısı hakkında bir belirsizlik var. Gazete haberinde de 3 pilotun şehit olduğunun yazılmış olması aklıma söylentilerin gazete haberini yanıltmış olduğunu ya da tam tersi gazete de yazanların söylenti haline dönüşmüş olduğu düşüncesini oluşturuyor. Hüseyin Topçu amca bakalım neler anlatacak diyorum.

Hüseyin amcanın yanına varıyoruz. Hüseyin amca zaten neden geldiğimizi biliyor. Başlıyor anlatmaya: Yaz günüydü. Hangi ay olduğunu hatırlamıyorum. Karşımızda gördüğün çamların orada hayvan güdüyor babam. Üç tane uçak Afyon’dan bu yana geliyor. Güneyden kuzeye doğru geliyor. Buraya gelince bu uçak ayrılıyor. Uçak şehrin üzerinde bir tur atıyor. Tugaya doğru yöneliyor. İniş yapmaya çalışıyor inemiyor tekrar yükseliyor bir daire daha çizmeye başlıyor. Tam bizim evin üzerine geldiğinde uçak alev alıyor. Buradan dikiyor gidiyor oraya düşüyor. Patlıyor. Büyük bir şavk vuruyor. O zamanlar elektrik yok çok uzaktan belli oluyor.

      

Uçak düşünce insanlar ve askerler sökün ediyor, geliyor. Babama soruyorlar uçağın düştüğü yeri. Jandarma da geldi mi diye soruyorum. O gece karanlıkta çok sayıda asker geldi çoğu tugayın askeriydi. O kadar detaylı hatırlamıyorum kim nerenin askeriydi. Askerler varınca pilotun yanmış ve parçalanmış naaşını bulmuşlar.

Uçağın enkazına ne oldu diye soruyorum. Gövde parçalarını kimler nasıl götürdü çocuk olduğum için tam bilemiyorum ama motoru hatırlıyorum diye cevap veriyor. Ben belki 15-16 yaşıma gelinceye kadar o motor orada derenin kenarında durdu. Motor hakkında konuşmaya devam ettikçe bize motorun uçağın çarptığı yerden yuvarlanarak aşağıdaki derenin yanına düştüğünü anlatıyor. O bölgeye tayyarenin düştüğü yer; suyun kenarında duran motorun olduğu yere de uçağın motorunun durduğu yer isminin verildiği söylüyor.

Aradan on ya da on beş yıl geçesiye kadar motor orada kaldı. Sonra bir gün kim olduğunu bilmediğimiz iki kişi geldi at arabasıyla. Kütahya’dan gelen hurdacılar mıydı yoksa başka birileri miydi bilmiyorum. At arabasını motorun yanına yaklaştırınca motoru yükleyememişler. Ağır gelince kazmalarla tekerleklerin bulunduğu hizayı kazmışlar ta ki at arabası iyice alçalıp üzerine motoru yuvarlayarak yükleyene kadar. Senelerce bu teker izleri orada durdu.

P-47 Thunderbolt uçaklarında kullanılan P&W R-2800 Double Wasp motorunun ağırlığı 1075 kilogramdır. O günün koşullarında uçak motorunun ne kadarı sağlam kalabilmişti bilmemiz elbette mümkün değil.

Bizim çocukluğumuzun meşhur dizi kahramanı olan  Mc Gavyer vari bir operasyonla motoru kim almıştı bilmiyoruz. Hüseyin amca biz zamanında oradan küçük parçalar ve bobinler bulup oynardık diyor. O civarda evlerde ufak tefek parçalar sağda solda bulunabilir demişti.

Münevver teyzede evin birinde çocukken tarifinden dişli olduğunu tahmin ettiğim bir parçayı gördüğünü söylemişti.

Hüseyin amcaya bana uçağın tam düştüğü yeri gösterebilir misin diye soruyorum. Tamamen şu noktaya düştü demek mümkün değil ama tahmini olarak düştüğü yeri sana gösterebilirim dedi. Bunun üzerine hep birlikte tekrar Hacı Kavaslar çiftliğine doğru yol alıyoruz. Yol gayet düzgün bir şekilde ilerliyor. Takribi  1500 metre kadar  ilerliyoruz. Yolculuğumuz birkaç dakika sonra uçağın düştüğü yeri karşıdan gören bir noktada sona eriyor. Hep birlikte bir ağacın altına oturuyoruz.

Hüseyin amca elindeki bastonuyla bana sık ağaçlığın arasındaki iki büyük çamı göstermeye çalışıyor. Fark etmek zaman alsa da uçağın çarptığı yeri seçiyorum. Motorun yuvarlandığı yeri gösteriyor. Uçak biraz daha yüksekten uçsaymış bu tepeyi sıyırmış tepeye de hafif sola yatık yanlı çarpıyor diyor.

İki dağın arasında küçük bir dere yatağı var. Gözlerime kestirip yanıma ufak bir su alıp dağa doğru çıkmaya başlıyorum. Epey bir dikenlik ve sarp dere yatağını yukarıya doğru yürüyorum.

Tepenin zirvesine iyice yaklaşınca sola dönüyorum. Biraz yürümemle birlikte karşıma kocaman bir çam ağacı çıkıveriyor. İşte diyorum buldum. Çama yaklaşınca yaklaşık 40-50 metre ilerisinde ikinci çamı görüyorum.

Herhangi bir çarpma izi görmek mümkün değil. Çamların arasının ve etrafını geziyorum. Bu tepeden aşağıya yavaş yavaş inmeye karar veriyorum. Belli bir süre inince yokuş aşağı doğru acayip dikleşiyor. Motorun neden yuvarladığını daha iyi anlıyorum. Motor gibi yuvarlanmak istemediğimden tekrar  yukarıya çıkarak geldiğim yoldan aşağıya iniyorum. Yarım saat belki kırk beş dakika süren yolculuğum epey yorucu oluyor.

Hüseyin amca uçakta kaç kişi öldü soruma üç kişi diye cevap veriyor. Kazadan yaklaşık bir buçuk ay sonra gerçekleşen bir Baltimore kazası var. Kafamda acaba yine yanlış bir kaza yerini mi buldum sorusu en başından beri yer ediyor. Hüseyin amcaya uçakta bir motor mu vardı diye soruyorum. Cevabı evet oluyor.

Birkaç günlük yoğun arazi çalışmalarım, gazete ve şehitler albümünde okuduklarım, olayı görenlerden dinlediklerim ve harita üzerinde yaptığım çalışmalar sonucunda kafamda hikaye beliriyor. Bu kazanın 1950 yılında P-47 Thunderbolt uçağıyla uçarken şehit düşen Pilot Astsubay Üstçavuş Temel Altınışık’ın şehit olduğu kaza olduğunu düşünüyorum.

Başlangıçta gülüp geçtiğim gazete haberinin doğruluk payı olan noktaları olduğunu görüyorum. Şehitler albümünde yine eksik bilgiler olduğunu fark ediyorum. Dinlediğim anlatılar gazete de yazanları doğruluyor. Gazete de yazan bazı yalan yanlış bilgilerin anlatılara karıştığını fark ediyorum.

Son olarak her şeyi kafamda canlandırıyorum: Sıcak ve aydınlık bir yaz gecesiydi. Üç P-47 avcı-bombardıman uçağı  Bursa’dan kalkıp Eskişehir’e uçacaklardı. Her ne kadar gece uçuşu eğitimi yapılıyor olsa da o yıllarda pist ışıkları diye bir şey yoktu. Uçuş eğitimleri alacakaranlıkta yapılıyordu. Ağustos ayarlının başlarındaydılar. Akşam ezanının okunması 21.00’i  havanın karması 21.30’u buluyordu.

Uçuş planları basitti Kütahya’ya kadar düz uçacaklardı. Kütahya üzerine gelince sola doğru dönüşe geçilecek ve Eskişehir’e dönülecekti. Rota yaklaşık 200 kilometrelik bir uçuş mesafesindeydi. Kütahya ise yaklaşık 125 kilometre uzaktaydı.

Pilot Astsubay Üstçavuş Temel Altınışık diğer üç uçakla birlikte Bursa’daki tayyare alayından kalktı. Kütahya’ya yaklaştıklarında belki de motorunda bir sorun olduğu fark etti yada eğitimin bu aşamasında Kütahya meydanına bir iniş kalkış yapacaklardı… Bilemiyorum…

Kütahya meydana son yaklaşmada tekrar yükseldi. Kolun geri kalanı Eskişehir istikametine doğru sola dönüşe geçmişti. İkinci turu atamadan motorunda bir patlama gerçekleşti ve alev almaya başladı kısa bir süre sonra uçak tamamen takatini kaybetti ve virile girdi. Yakında bulunan bir tepeye iki çam ağcının arasına düştü. Bu tepe  Kütahya medya yaklaşık beş kilometre uzaklıkta. Önündeki tepeyi aşıp Kütahya’ya ulaşabilirdi…

Tüm şehitlerimize Rabbimden rahmet diliyorum ve sonunda aradığımı bulmuş olmanın huzuruyla yazımı bitiriyorum.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu