Levent BaşaraYazarlar

Panterler Malatya’da

Birinci Körfez Savaşı, tarihler 17 Ocak 1991’i gösterirken başlamıştı. Levent Başara, Belçika ve İtalyan filolarından sonra yazı dizisine o yıllarda Üsteğmen rütbesi ile Türk Hava Kuvvetleri’nde 111. Filo’da görev yapan Semih Taş’ın anıları ile devam ediyor. Emekli Hava Pilot Binbaşı Semih Taş, intikal ettikleri Malatya’da geçirdikleri günleri anlatıyor…

Körfez Savaşı başlamadan önceki günlere gidebilir miyiz? Filoda günleriniz nasıl geçiyordu? Herhangi bir olağandışı durum oldu mu?

Ben 111.Filo’ya, 2 Ocak 1990’da katıldım. Teğmen rütbesindeydim. Öncesinde, Konya’daki 3ncü Ana Jet Üs Komutanlığı’nda F-5’lerle Harbe Hazırlık Eğitimi’ni bitirmiş, çektiğim kurada görev yapacağım uçak tipi F-4E çıkınca, 131.Filo’da F-4E Tam Harbe Hazırlık Eğitimi’ni tamamlamıştım. Sonra 111.Filo’ya atandım ve Ağustos ayında da Üsteğmen oldum.

O yıl, Körfez Savaşı’ndan önceki sonbaharda, Eskişehir’de NATO’nun Display Determination’90 tatbikatı yapıldı. Bu tatbikat için ABD Deniz Kuvvetleri’nin USS Saratoga uçak gemisindeki filolarından F-14 ve F-18’ler Eskişehir’e intikal etti.

Tatbikatta hem F-18 ve F-14’lerle, hem de Balıkesir’deki 9ncu Ana Jet Üs Komutanlığı’ndan kalkan F-104’lerle beraber taarruz paketleri oluşturup ortak uçuşlar yaptık.

Bize Elektronik Harp desteğini USS Saratoga’dan kalkan EA-6B’ler sağlıyordu. Hava himayemizi ise F-14’lerle, 112.Filo’nun F-4E’leri yapıyordu.

Taarruz paketlerini F/A-18’lerle beraber biz oluşturuyorduk. Bazı filolar da kırmızı rolde (Düşman) uçuyordu. Balıkesir Meydanı’na intikal etmiş Hollanda ya da Belçika F-16’ları vardı. Onlar da bizi önlemeye çalışıyordu. 

F-18’lerle birlikte meydan taarruzları da yaptık. Örneğin Merzifon Meydanı’na taarruz ettik. Balıkesir tarafına uçtuğumuzu iyi hatırlıyorum. Güneyde bir yerlere de taarruz ettik. Hep taarruz paketleri yapmaya çalıştık. Sanıyorum bunların hepsi 1991’deki Körfez Savaşı’na hazırlık içindi.

Bu tatbikat kaç gün sürdü? 

Toplam 10 gün sürdü. NATO tatbikatı olduğu için planlar hava görev emri ile geliyordu. Yani İzmir’deki NATO karargâhı, 6ncı ATAF’tan (Allied Tactical Air Force – Müttefik Taktik Hava Kuvveti). O zamanlar henüz Eskişehir’deki CAOC (Combined Air Operation Center – Birleşik Hava Harekât Merkezi) kurulmamıştı.

6ncı ATAF, bu tür tatbikatlarda mesajla “Frag Order”, yani “Parça Emir” yayınlar, ertesi gün yapılacak uçuşlar bu şekilde belli olurdu. Frag Order’da, yani uçuş görev emrinde ne olurdu? Genel istihbarati açıklama, görev kodu (Örneğin Delta 502), görevi icra edecek kollar (Örneğin 2xF-16, 2xF-18, 2xF-4 gibi), toplam taarruz paketi, kimlerle ne uçulacak vb. Böyle her kolun görevi belli olurdu.

Görevlendirmeler direkt NATO karargâhından mı geliyordu?

Evet, doğrudan NATO’dan geliyordu. Biz o gün hangi görevin uçulacağını, bir önceki akşam gelen mesaj emriyle öğreniyorduk. Tatbikata katılan bütün hava unsurları böyle bilgilendiriliyordu. Benzer şekilde TACEVAL (Tactical Evaluation – Taktik Değerlendirme) dediğimiz NATO denetlemelerinde de bir önceki akşam görev gelirdi.

Herkes, Savaş Harekât Merkezi’ne gelecek o emri beklerdi. Gelen mesaj filolara dağıtılır, her filo kendi görevini oradan çıkartırdı. Hatta o Frag Order’ın içerisinde taarruz paketinde kimlerle beraber uçulacağı, kaç uçak kalkacağı, hangi mühimmat yükleneceği gibi bilgiler de yazılırdı.

Taarruz paketini belirlemek için o mesajı çözmek epey zaman alırdı. Ondan sonra, ertesi gün görevi icra etmek için kaç uçak gerekiyorsa onun planlamaları yapılırdı. İşin koordinesini Mission Commander (Görev Komutanı) yapardı. O taarruz paketine katılacak filolara Mission Commander telefonla bilgi verirdi. NATO tatbikatlarında böyle yapılırdı.

111. Filo Malatya’ya intikal ediyor

Ne zaman oldu bu intikal? Çünkü Irak Kuveyti işgal ettikten sonra Birleşmiş Milletlerde görüşmeler yapıldı, ABD müdahale etmek için karar çıkarttı. Bunlar süre alan şeylerdi. 

Evet doğru. Maalesef intikal tarihini tam olarak hatırlayamıyorum (1). Sanırım savaş başlamadan önce biz Malatya’ya intikal ettik. Çünkü Türkiye, oluşturulan gücün içinde yer alacağını deklare etmişti.

Meraklılar için ufak bir detay vereyim; Uçaklarımız SEA (South East Asia-Güney Doğu Asya) dediğimiz üç renk (Açık kahverengi, açık yeşil ve koyu yeşil) kamuflaj boyalı ve Peace Diamond-2 (PD-2) projesiyle envantere girmiş 1977 model F-4E’lerdi. Filo Komutanımız rahmetli Kur. Yb. Muhittin Taylak, Harekât Subayımız da rahmetli Kur. Bnb. Baynur Pekar idi. 

Üssün diğeri filosu olan 112.Filo nereye intikal etti?

112. Filo Eskişehir’de kaldı, çünkü Batı’dan gelebilecek tehditlere karşı savunma durumumuz devam ediyordu. 

Irakla o zaman savaşa girsek sizin planınız neydi? Yine Malatyaya mı intikal edecektiniz?

Harekât planlarını, olası bir Irak Savaşı’nda ne yapacağımızı bilemiyorum. Ben o zaman filoda yeniydim. Katılalı daha 1 yıl olmuştu. 1990 Ocak ayında geldim, Körfez Savaşı 1991 Ocak ayında başladı. O yüzden harekât planlarına çok vakıf değildim.

Şunun için soruyorum. Normalde tehdit yaratan ülkelere karşı bir hazırlık yapılmış olur. Sizin de Iraka karşı bir hedef dosyanız var mıydı?

Bizim filomuz 1nci Taktik Hava Kuvveti Komutanlığı’na bağlı olduğu için batıdan gelecek tehditler için planlar yapılmıştır.  Doğuya karşı da mutlaka vardır, çünkü doğuya yapılacak olası bir harekâtın planları çok önceden çalışılmış ve hazırlanmıştır. Fakat bunları, benim gibi o zamanlar düşük rütbede olan bir pilotun bilmesi pek mümkün değildi. 

Malatyaya gittiğinizde nereye yerleştiniz? Bildiğimiz kadarıyla üs epey kalabalıkmış.

Biz 173.Filo’nun binasına konuşlandık.173.Filo da QRA (Quick Reaction Alert – Alarm Reaksiyon) binasını kullanmaya başladı. Onların mevcudu bizden daha azdı. O zamanlar 173.Filo (Çağrı adı “Şahin”) hava savunma filosuydu. 171.Filo av-bombardıman, 172.Filo ise av-önleme filosuydu.

171. ve 172.Filo’nun uçakları da SEA kamuflajlıydı. Fakat Euro-1 ya da Lizard dediğimiz kamuflaj boyalı (Koyu gri, açık yeşil ve koyu yeşil) uçaklar 173.Filo’daydı galiba. Çünkü o uçaklar 1985 veya 1986’da gelmeye başladı. 

173.Filo, F-4E’lerine yüklü 4 adet AIM-7 Sparrow ve 4 adet AIM-9 Sidewinder hava-hava füzeleriyle alarm reaksiyon nöbeti (QRA nöbeti) tutuyordu. Onların bu görevi hep vardı zaten. Doğudaki filolar henüz F-16 ile modernize edilmemişti. Her hava savunma görevini Doğuda Malatya’nın Phantom’ları, Batı’da ise Eskişehir’in Phantom’ları yürütüyordu. Batıdaki filolara F-16’lar gelene kadar, her hava savunma görevi sadece Eskişehir’deydi.

F-16’lar geldikten sonra bu nöbeti onlar tutmaya başladılar. 173.Filo, bölgede uçan E-3 AWACS uçaklarına himaye görevleri de yaptı. Hatta bu uçuşların ilkinde bizi epey korkuttular.

Anlatır mısınız?

Körfez Savaşı’nın ilk başlarıydı. Biz üssün içindeki misafirhanede kalıyorduk. Geceleri uçuş olmuyordu. Fakat bir gece, saat 00:30’du galiba, birden bir uçak sesiyle uyandım. Misafirhane piste çok yakındı. Meydana hava taarruzu yapılıyor zannettim. Yataktan fırladım ve içimden ne zaman bomba patlayacak diye saymaya başladım. Çünkü önce uçak sesi, sonra bomba sesi gelir. Meğer o geceden itibaren 173.Filo’ya E-3 AWACS uçağını koruma görevi verilmiş. O görev için kalkış yapmışlar. Bizim bundan haberimiz olmadığı için ben epey korkmuştum.

Misafirhane üs içinde olduğu için pek uyuyamadınız o zaman. 

173.Filo’nun gece AWACS himaye görevleri olduğu zamanlarda uykusuz kalıyorduk ama zaten savaştayız. Yapacak bir şey yok. Mesela TACEVAL denetlemelerinde de eve gidemez, filoda yatardık. Çünkü görev emri geç geliyordu. Görev profillerini hazırlıyorduk, haritaları çiziyorduk, lider brifingi yapıyorduk. Eve gitmiyor, gazinodaki koltuklarda yatıyorduk. 

Sizi lojmanlara yerleştiremezler miydi?

Lojmanlar 45 km uzaktaydı, acil bir durumda oradan gelemezdik. Sonraları Orduevi’ne gidip kaldığımız oldu ama ilk başta üs içinde kalmak zorundaydık. Bu pek hoşumuza gitmiyordu. Yemek sorunu vardı, sosyal aktivite yoktu. Sadece televizyon izleyip ranzalarda yatıyorduk.

Gün doğmadan önce kalkıp filoya gidiyor, uçakları çalıştırıp hazır halde bekliyorduk. Bu durum şehre çıkmak serbest oluncaya kadar devam etti. Servislerle şehre gitmeye başladık. Orduevi’nde yemek yiyorduk, biraz sosyalleşiyorduk. Sonra tekrar geri dönüyorduk. Bizim halimiz yine iyiydi. Örneğin Batman’a intikal eden filo epey sıkıntı çekmiş.  

111.Filo personeli, 173.Filo önünde. G-Suit’ler giyilmiş, kalk emri bekleniyor (Fotoğraf: Semih Taş).

Siz Malatyaya gittiğinizde 171 ve 172 Filo neredeydi? Herhangi bir meydana intikal etmişler miydi?

Hayır oradaydılar. Kendi filo binalarında görev yaptılar. Hatta orada bulunduğumuz süre içinde 171.Filo’nun bir uçağı düştü. Biz oradayken Alman Alpha Jet filosu geldi. Bir de İtalyan RF-104G keşif filosu intikal etti (2).

Onları hiç gördünüz mü?

Yok görmedik. Onlar kendi binalarında ya da çadırlarında kaldılar. Kaç uçakla geldiklerini hatırlamıyorum. Çok olduğunu sanmıyorum ama.

Onlara “Çürük Kuvvet” diye isim takılmıştı. NATOnun gönderdiği yardım bu mu?” diye yorumlar yapılmıştı.

Yani Alpha Jet ile anca yakın hava desteği yapılabilir. Radarı bile yok. Bence o uçakları sırf göndermiş olmak için gönderdiler. RF-104G güzel taktik keşif yapar. Çok yüksek süratle, alçak irtifadan gelip fotoğraf çeker ama F-104G’nin imkân ve kabiliyeti sınırlıydı. İtalyanların elinde Tornado uçakları vardı, onlar da başka yere intikal etti zaten. Malatya’ya RF-104’leri gönderdiler. Aslında onlar da bildiğimiz F-104G. Altlarında bir keşif podu taşıyorlardı. 

Malatya-Erhaç’taki Alman Alpha Jet filosu hattı. Arka planda bir Türk F-4E uçağı görülüyor (Fotoğraf: Traditional Association JaboG 43).

İntikal ettiğiniz ilk günden itibaren yaşadıklarınızı biraz anlatır mısınız?

Biz gider gitmez, 16 uçağımıza 6 adet Durandal (3) pist tahrip bombası ve 3 adet yakıt tankı yüklediler. Bu yakıt ve mühimmat konfigürasyonu, hedef menziline ancak yetiyordu. Bize tahsis edilen hedef, Irak’ın bir hava meydanıydı. Kaç numara uçacağımız, ne yapacağımız hep belliydi. Hedef haritalarımızı çizdik, taarruz hazırlıklarımızı yaptık. Herhangi bir vurulma sonrası atlama durumunda ne yapılacağıyla ilgili brifing yapıldı. Her sabah 04:30’da, gün doğumundan önce filoya gidiyor, uçakları çalıştırıyor ve silah kontrollerini yapıyorduk.

Silah kontrolü ne demek?

Uçağı çalıştırıp elektrik veriyorduk. Master Arm şalterini “ARM” yapıp, Durandal bombalarını seçiyorduk. “ARM” ışığı yandığı müddetçe bombalar atışa hazırdı. Eğer ışık yanmıyorsa hemen teknik bakım ekibi müdahale ediyordu. Sorun yoksa, uçakları Q durumuna (4) alıp tekrar filoya dönüyorduk. G-Suit’lerimiz üzerimizde akşama kadar filoda bekliyorduk. Kalk emri geldiğinde, hemen gidip uçakları çalıştıracak, daha önce brifingi yapılmış rotadan hedef bölgesine gidip, bombalarımızı atıp gelecektik.

O zamanlar Turgut Özal Cumhurbaşkanı idi. Körfez krizinde, Türkiye’nin kuzeyden yapılacak saldırılara muhakkak katılması gerektiğini söylüyordu. O günkü siyasi görüş bu yöndeydi. Belki o zaman için haklıydı bilemiyorum ama savaşa girmiş olsaydık mutlaka zayiat verirdik. Sonra ne olurdu onu bilemem. Sonuç olarak hepimizin hedefi belliydi. Kalk emri gelseydi gidip o meydanı vuracaktık.

Durandal bombasıyla ilgili biraz daha bilgi alabilir miyiz?

Durandal, 300 feet irtifadan atılan bir bombaydı. Atıldıktan sonra bombanın arkasından bir paraşüt açılıyor, o paraşüt bombayı dik bir hale getiriyor, getirdikten sonra paraşüt ayrılıyordu. Bombanın roket motoru ateşleniyor ve bomba yüksek bir sürat ve enerjiyle pistin içine giriyordu. Kuyruk tapası olduğu için girdikten belli bir süre sonra patlıyor ve krater açıyordu. Böylece pisti kullanılamaz hale getiriyordu. 

Bunun hesabı şöyle yapılıyordu: İstihbarat bilgilerine göre, vurulacak meydandan kalkacak uçakların kalkış ve iniş mesafelerine bakılıyordu. Pistin kaç eşit parçaya bölündüğünde kalkış ve inişe kapanacağı hesaplanıyordu. Standart bir NATO pisti 10 bin feet uzunluğundadır. Bunu 3 eşit parçaya bölmek için 2 yerden kapsamak lazımdır. 6 tane bombayı piste 45 derecelik açıyla atmak gerekir. 1nci ve 6ncı bombaların pist dışını vuracağı düşünülerek 2-3-4-5 numaralı bombalar pistte krater açacaktır. Biz bu hesaplamaya göre eğitim ve atış yapıyorduk.

Mirage F-1 uçağına yüklenmiş BLU-107 Durandal pist tahrip bombaları (Fotoğraf: Digital Combat Simulator)
Durandal taarruzu sonrası pistte meydana gelen patlama (Fotoğraf: Digital Combat Simulator)

Peki 16 uçak bu taarruz için fazla değil mi?

Değil, çünkü ona göre hesaplanmıştı. Filonun başka bir hedefi yoktu. 6 Durandal yüklenmiş 16 uçakla taarruz etmek, işi garantiye almak anlamına geliyordu.

Herkes ikili kol mu gidecekti?

Hayır, dört ayrı kolda gidecektik. Herkesin kalkış saati belliydi. Farklı zamanlarda kalkacaktık.16 uçak beraber gidilmeyecekti yani. Belki de kayıpları göze alarak bunu öyle planladılar. 8 uçak hedefi tam vuramazsa diğer 8 uçak vursun gibi. 

Irak’ta size yönelik tehditler nelerdi?

Bizi en çok etkileyecek tehditler: ZSU-23-4 “Shilka” (5) ve MIM-23 “Hawk” (6) uçaksavar sistemleriydi. Bu yüzden hedefe 50 feet’in altında bir irtifada uçarak gitmemiz gerekiyordu.

Alçak irtifadan uçan hava araçlarının korkulu rüyası ZSU-23-4 “Shilka” (Fotoğraf: İnternet)

Sizi tehdit eden Shilka ve Hawk bataryalarını kim susturacaktı? Sizden önce bölgeye birileri girecek miydi?

Belki. Emin değilim. Ama o ZSU-23-4’ü hiç unutamam. Ben aynı zamanda plastik modelci olduğum için Shilka’nın daha sonra plastik modelini bile almıştım. Hawk da çok etkili bir silahtı. Bizim korkulu rüyamızdı gerçekten. Hem Shilka hem de Hawk bizi ciddi anlamda düşündürüyordu. Aramızda espri yapıyorduk: “Alçaktan uçmazsan yersin kıçına Hawk’ı” diye. Gerçi biz av-bombardıman filosu olduğumuz için bütün eğitimlerimizi alçak irtifada yapıyorduk. Bizim için 50 feet yükseklikte uçmak problem değildi.

Bölgede başka SAM sistemi yok muydu? Yani o meydanı koruyacak sadece o ikisi mi vardı?

Yoktu. Bizi en çok ilgilendiren, meydanın içinde konuşlu olan ZSU-23-4’ün konumuydu. Düşünsenize o meydanı vurmaya gidiyorsunuz ama o Shilka’nın yeri tam olarak belli değil. Güneyde de olabilir, kuzeyde de. Ya da meydan dışında bir yerdedir. Gelen uçağı alçak irtifadan etkilemeye çalışır, çok rahat yer değiştirebilir. Sonuçta paletli bir araçtı. Mobildi yani. 

Bu uçaksavar tehditlerinin varlığına yönelik istihbaratı size kim verdi? 

Harekât milli değil, NATO ortak harekâtı olduğu için bütün bilgiler NATO’dan geliyordu. Bütün hedefler koalisyon güçleri tarafından belirlenmişti. Harekâta eğer kuzeyden katılacaksanız, hedefleriniz ona göreydi. Biz de bu plana uyduk. Taarruz etme emri ise milli bir karardı. İtalyanlar da, Almanlar da kuzeyden taarruz etmedi. Diyarbakır’da konuşlu olan Belçika Mirage’ları da. Hiçbiri harekâta katılmadı ama herkes hazır bekledi.

Fakat hepsine bir görev verilmiştir değil mi? Mesela Alman Alpha Jetlerinin de belli bir hedefi vardı herhalde?

Belki. Bu konular hakkında bir bilgim yok, çünkü biz gündoğumu-günbatımı şeklinde filoda sürekli hazır halde beklediğimiz için, gidip diğer filolar ne yapıyor, hedefleri neler diye ilgilenmedik. 171. ve 172. Filolar ne işle meşgul diye bakmadık. Onlarla muhabbet etme şansımız yoktu. Yani biz aslında orada kimseyi görmedik. Devamlı hazır olarak bekliyorduk. Bu durum, hazır tutulan uçak sayısı 16 uçaktan 12 uçağa, sonra da 6 uçağa düşünce değişti.

Sizin vuracağınız meydanında hangi tip uçaklar vardı? Mig-21 mi, Mig-23 mü?

Hiç hatırlamıyorum.

Galiba Saddam onları İrana kaçırmıştı. 

Olabilir. Bize sadece pistleri vurma görevi verilmişti. Tabi ben filoda çok yeni olduğum için olayın taktik yönüne bakmadım. Daha çok, oraya nasıl giderim, hedefimi en iyi şekilde nasıl vururum, nasıl geri dönerim, atlarsam ne yaparım gibi şeylere odaklandım. Yani bana verilen görevi düşündüm. Rütbeler ilerledikçe, kol lideri oldukça, yani harekâtla ilgili bir şeyler yapmaya başladıkça, daha büyük pencereden bakmaya başlıyorsunuz.

Bu arada siz savaşı televizyondan mı takip ettiniz?

Evet, akşama kadar izliyorduk. 16 uçak devamlı olarak hazır beklediği için şehire de çıkamadık. Üs misafirhanesinde yatıp, sabahın erken saatinde kalkıp, uçakların yanına gidip, silah kontrolünü yaptıktan sonra tekrar filoya dönüp, G-Suit’ler üzerimizde akşama kadar bekliyorduk.

Ailelerinizle nasıl görüştünüz? 

O zamanlar kontörlü telefonlar vardı. Onlarla ailelerimizi arıyorduk. Ben evli değildim.  

Hazır durumda bekleme süreci ne kadar sürdü?

Onu hatırlamıyorum ama en yoğun dönemde biz hep 16 uçak bekledik. Sonra kuzeyden bir harekât olmayacağı belli olmaya başlayınca, yavaş yavaş durum gevşedi. Hazır halde bekletilen uçak sayısı azaltılınca da, kalan uçaklarla eğitim uçuşları yapmaya başladık. Bunlar hava-yer taarruz eğitim uçuşlarıydı. Kendi filomuzda ikili kolda atış sahasına gidip atış yapıyorduk. Hatta sonra atış taktiklerimizi değiştirdik.

Şimdi gelelim en can alıcı konuya: O Shilka, içinizden birisini vursa ne yapacaktınız? Kaçma-kurtulma usulleriniz neydi? Paraşütle atlama durumunda ne olacaktı? 

Bununla ilgili olarak orada bulunan bütün filoların pilotlarını üs içindeki büyük salona topladılar. F-16’lar HvKK envanterine girmeye başladığında, öğretmen pilotlara tanker uçaktan havada yakıt alma eğitimini veren, Ali isminde, ABD Hava Kuvvetleri’nde F-16 öğretmen pilotu olan bir Yüzbaşı vardı. İşte o, bize biraz Türkçe biraz İngilizce brifing verdi. Arama-kurtarma ve muharebe arama-kurtarma görevini Amerikalılar yapıyordu. Bize atladığımız zaman nasıl kurtulacağımızı, gelen kuvvetlerin ne şekilde müdahale edeceğini anlattı. 

Uçaktan atladınız diyelim. Her günün bir kodu var. Örneğin o gün 3 Eylül, onun bir harf kodu var. 3 Eylül’de atladıysanız, o günün harf kodu A diyelim, yere kontrast oluşturacak şekilde ilk gün bir A çiziyorsunuz. Zemin koyu renkse, açık renk taşlarla A yapıyorsunuz. Bir de zaten sürekli hareket halinde olmanız, kimseye görünmeden sürekli kaçmanız gerekiyor. Onlar uydudan veya çeşitli keşif sistemlerinden o A harfini görüyorlar. Her gün A’nın yönünü değiştiriyorsunuz. Eğer aynı yerdeyseniz yönünü değiştiriyor, farklı yerdeyseniz farklı yönde bir A çiziyorsunuz. Böylelikle sizin halâ hayatta olduğunuzu düşünüyorlar. 

Sizi kurtarmaya gelen ekiple karşılıklı uygulanacak hareket usulleri de vardı. Kurtarma helikopteri gece veya gündüz gelebilirdi. Helikopter geldiğinde hiçbir şekilde gidip onlara sarılmıyor veya bir şey yapmıyorsunuz. Diz çöküp, ellerinizi başınızın üstüne koyup bekliyorsunuz. Onlar helikopterden inip çevre güvenliğini alıyorlar, sizi gerçekten bir esirmiş gibi yakalayıp helikoptere alıyorlar. Sizin kimliğinizden, gelen ekibe bir pusu olmadığından emin oluyorlar. Bu arada aynı Vietnam Savaşı’nda gördüğümüz gibi önce hava sahasının güvenliğini sağlıyorlar. Helikopter sonra geliyor. 

Bir diğer yöntem, C-130 ile havadan yakalanmaktı. Bize dediler ki: “Size C-130’dan bir kit atacağız. Kiti üzerinize geçireceksiniz. Sonra işaret verdiğinizde o balonu şişireceksiniz. Balon şişince üzerindeki çakar lambaları yakıp balonu bırakacaksınız. Kafanızı yukarı hiç kaldırmadan bekleyeceksiniz. Uçağın gelip gelmediğine bakmayacaksınız. Ondan sonra C-130 gelip sizi havada yakalayacak. İlk başta gerçekten çok yüksek bir süratle yerden kesileceksiniz. Paniğe kapılmayacaksınız. Sonra havada sizi uçağın içine çekecekler.

Yanınızda silah var mıydı?

Yanımıza kendi beylik silahımızı alıyorduk. Onun haricinde uçuş tulumumuzdaki her türlü filo işareti, rütbe vs. gibi şeyleri çıkarıyorduk.

Bir süre sonra atış sahasındaki eğitimlerde taktik değiştirdik demiştiniz?

Evet, atış taktiklerimiz değiştirildi. Biz normalde atış eğitimlerini, genel maksat bombalarını 30 derece dalışla, 3.000 feet irtifadan atacak şekilde yapıyorduk. Fakat Körfez Savaşı’nda edinilen tecrübelerden sonra artık çok yüksek irtifadan, 10-15.000 feet’ten bomba atma eğitimlerine başladık. İlk başlarda 15.000 feet’den bomba bırakmak çok garip geliyordu. Hedefi çok zor görüyorduk. Bomba nereye düştüyse ona göre düzeltme yapıyorduk.

Bu yeni atış taktiğinde zorlanmadınız mı?

İlk başta zorlandık tabi. Profili farklıydı. Hedefe yüksek irtifadan geliyorduk. Çok rahattı aslında. Diğeri gibi Pop-Up’la (7) gelmiyorduk. Yüksek irtifadan düz uçuşla gelip, atış sahasındaki hedef dairesini görüyor, 15-20.000 feet’te bombayı bırakıp, tekrar yükseliyorduk. Böylece alçak irtifalarda etkili olan Triple-A (8) dediğimiz uçaksavar sistemlerine hedef teşkil edilmemiş olunuyordu. Bombaları rahat rahat atıyorduk da, 25 libre’lik eğitim bombaları çok hafif olduğu için o kadar yüksek irtifadan atınca rüzgârdan çok etkileniyordu. Hafif bomba ile eğitim yapmanın amacı biraz da bu. Gerçek bombaların vuruş hassasiyeti, eğitim mühimmatlarına göre çok daha iyi olur. 

Yüksek irtifa atış eğitimlerinizi yaptıktan sonra Malatyada daha ne kadar kaldınız?

Herhalde 2,5 ay kaldık. Körfez Savaşı bitene kadar oradaydık. Sonra Eskişehir’e döndük. Hatta intikalden dönüşümüz için tören yapıldı. İkili kolda gelip “Peel-Off” (9) çekip indik. Uçaklarımızı Eskişehir’deki “Phantom Havuzu” dediğimiz yere dizdik. Herkes kendi uçağının önünde durdu. Diğer filoların uçaklarını da getirmişlerdi. Üs komutanı, kuvvet komutanına tekmil verdi: “Körfez Savaşı intikali bitmiştir” diye. 113.Filo komutanı Yb. Ahmet Ata bir konuşma yaptı. Çok güzel bir törendi. Kuleden çekilmiş harika fotoğraflarımız var.

Panterler Eskişehir’e geri dönüyor. Uçakların taşıdığı ilginç yüklere dikkat (Fotoğraf: Semih Taş).

Eskişehir’deki “Phantom Havuzu”nda toplanmış üç filonun uçakları (Fotoğraf: Semih Taş).
21 Mart 1991. Malatya intikali dönüşü Hv. Plt. Ütğm. Semih Taş ve Hv. SSO Ütğm. İsmet Ünlen (Fotoğraf: Semih Taş).
Bir F-4E ekibi tören alanında (Fotoğraf: Semih Taş)
Geri intikal sonrası 111.Filo Eskişehir’de toplu halde (Fotoğraf: Semih Taş).
Geri intikal sonrası 111.Filo Eskişehir’de toplu halde (Fotoğraf: Semih Taş).
Ön gövde altında AN/AVQ-23 Pave Spike elektro-optik lazer işaretleme podu, kanat altı silah istasyonlarında birer adet AN/ALQ-119 elektronik karıştırma podu takılı halde Eskişehir’e geri intikal eden bir F-4E. Uçağın üstünde tebeşirle yazılmış yazıların yoğunluğuna dikkat (Fotoğraf: Kartal Erdöl*).
İlk kez gün yüzüne çıkan, tarihi intikal yazıları. Bu fotoğrafların yayımlanması için özel izin alınmıştır. Herhangi bir başka mecrada kullanılamaz. Kullananlar hakkında yasal işlem yapılacaktır (Fotoğraflar: Kartal Erdöl*).
İlk kez gün yüzüne çıkan, tarihi intikal yazıları. Bu fotoğrafların yayımlanması için özel izin alınmıştır. Herhangi bir başka mecrada kullanılamaz. Kullananlar hakkında yasal işlem yapılacaktır (Fotoğraflar: Kartal Erdöl*).
İlk kez gün yüzüne çıkan, tarihi intikal yazıları. Bu fotoğrafların yayımlanması için özel izin alınmıştır. Herhangi bir başka mecrada kullanılamaz. Kullananlar hakkında yasal işlem yapılacaktır (Fotoğraflar: Kartal Erdöl*).
İlk kez gün yüzüne çıkan, tarihi intikal yazıları. Bu fotoğrafların yayımlanması için özel izin alınmıştır. Herhangi bir başka mecrada kullanılamaz. Kullananlar hakkında yasal işlem yapılacaktır (Fotoğraflar: Kartal Erdöl*).
İlk kez gün yüzüne çıkan, tarihi intikal yazıları. Bu fotoğrafların yayımlanması için özel izin alınmıştır. Herhangi bir başka mecrada kullanılamaz. Kullananlar hakkında yasal işlem yapılacaktır (Fotoğraflar: Kartal Erdöl*). (Fotoğraf: Semih Taş).

Peki size Malatyada uğurlama töreni yapılmadı mı?

Yok yapılmadı.

Düşen F-4E uçağı

Siz oradayken düşen bir F-4ten bahsetmiştiniz.

Evet, biz oradayken oldu olay. Dediğim gibi biz bir süre sonra bomba yüklü uçaklarla nöbet tutma faaliyetini azaltıp eğitim uçuşları yapmaya başladık. O uçuşlardan birinde, meydanı sis bastı. Yürüyen sis dediğimiz olay.

171. Filo Komutanı da o sırada havadaymış. Ondan önce bir F-4 kolu yürüyen sisi fark edip iniş istikametinin tersinden gelip meydana indiler. İndikten sonra da pistin yarısında sisin içinde kaldılar. 171.Filo Komutanı GCA (Ground Control Approach – Yer Yaklaşma Kontrol) ile 0-3 pistine alçalma yapıyormuş.

Uçak piste 1 mil kala fazla alçaldığı için toprağa vurmuş. Vurur vurmaz arka kokpitte oturan SSO’nun (Silah Sistem Subayı) sandalyesi çarpmanın etkisiyle fırlamış. Ön kokpitte oturan filo komutanı uçağın içinde kalmış. Kaza yerine koşan filo arkadaşlarımızın anlattığına göre pilotun ayakları dışarıdaymış, uçağın ön tarafı yokmuş.

Her iki pilotta da bu kazadan kurtuldu ama bel bölgelerinde büyük sıkıntı oldu. SSO bel rahatsızlığı sebebiyle bir daha uçamadı. Filo komutanı ise bir süre sonra uçmaya devam etti ve hava kuvvetlerinden Kurmay Albay rütbesinde ayrıldı, Türk Hava Yolları’na girdi.

Malatya Meydanı’nın Jeppesen’de yer alan bilgileri.

Gelelim şu meşhur Scud füzesi alarmına.

Bir gün, gündüz vakti sarı alarm verildi. Sirenler çalmaya başladı. Biz de üssün içindeki gazinoya öğlen yemeğine gitmiştik. Hemen filomuza döndük. O sırada filo komutanı yakaladığı pilotu uçaklara göndermeye çalışıyordu.

Biz 173.Filo’nun park yerinde olduğumuz için pist başına çok yakındık. “Sen şuradaki uçağa, sen buradakine, haydi fırla” diye bağırıyordu.

Üstünüzde G-Suit var mıydı peki?

Yoktu. Önemli değil zaten. Amaç bir an evvel uçakları havalandırmak, yerde açıkta uçak bırakmamaktı. Teçhizat odasından kaskımızı kapıp hemen uçaklara koşmak gerekiyordu. 

Uçaklarımız Malatya’da, 2-1 pistinin hemen başında olan 173. Filo’nun uçak havuzundaydı. Açıkta olan uçaklarımız vardı. 

Şaküli dağılma dediğimiz, dikey dağılma planına göre, düşman taarruz paketi meydana ulaşıncaya kadar, hangar içinde olmayan uçakların kaldırılıp, taarruzun aksi istikametindeki bölgelere gönderilmesi gerekiyordu. Amaç oralara dağılıp, taarruzun geçmesini beklemekti. Önemli olan açıkta olan, yerdeki uçakları kurtarmaktı.

Düşman uçakları ya da füzeleri kalkış yaptıkları anda hemen sarı alarm mı veriliyor? 

Tabi. Şimdi Scud füzesi ya da bunun gibi balistik füzeler önce yukarı doğru çıkar. Nereye atıldıkları belli olmaz. Belli bir irtifaya çıktıktan sonra yatay konuma geçip gidecekleri istikamete yönelirler. İşte o zaman hedefleri az çok belli olur.

Bir Scud füzesi yukarı çıktığında, onun etkisi altında kalan bütün meydanlara sarı alarm verilir. Sarı alarm, sığınaklara gidin ya da açıkta uçak varsa kaldırın demek. Öyle olunca Filo komutanı yakaladığını hızlıca uçaklara yönlendirdi. Uçağa koşan motor çalıştırdı. Bakımcılar oradaydı zaten. Uçaklar hemen piste girip kalktılar. Aslında yaşananlar tam bir curcunaydı.

Bu dediğiniz açıkta olan uçaklar için geçerli, hangardakiler için değil yani?

Evet, çünkü hangarın kapısını kapattığınız zaman oraya bomba işlemeyeceği varsayılıyordu. Meydan taarruzunda genel maksat bombası atılacağı düşünülüyordu. Hangarların içinde çelikten hasır koruma olduğu için genel maksat bombasının etki etmeyeceği hesaplanıyordu.

Ben o gün uçamadım. Sığınağa girdim. Bir müddet sonra yanlış alarm verildiği belli oldu. Sığınakta çok az durduktan sonra filoya geldik. Kalkan uçaklar da tekrar üsse döndü. Ama ortamda tam bir panik havası vardı. Normal pist yerine emercensi pistten bile kalkış yapan oldu. Galiba F-104’lerdi, ya da Alpha Jetler. 

Anladığım kadarıyla sizin Körfez Savaşı’ında hiç uçuşunuz olmadı.

Muharip uçuşum olmadı. Hiçbirimizin olmadı.

Havada yakıt ikmali eğitimi yaptınız mı?

Sonra yaptık. O zamana kadar havada yakıt ikmali yapamıyorduk. Bunun eğitimini almamıştık. Körfez Savaşı bittikten sonra Amerikalı öğretmenler, Amerikan tankerlerinden bize havada yakıt ikmali eğitimi verdiler.

Hatırlarsınız, Körfez Savaşı bittikten sonra Kuzey Irak’ta “Provide Comfort” adıyla bir harekât başladı. Saddam’ın kuzeye itip zor durumda bıraktığı Peşmergeler’e Amerikalılar sürekli yardım yapıyordu. Biz bu yardımların PKK’ya gittiğinin istihbaratını alıyor ama bir şey de yapamıyorduk.

Körfez Savaşı’ndan sonra biz 4 uçak Adana-İncirlik Meydanı’na intikal ederek, kuzeyden keşif için Provide Comfort harekâtına katıldık ama hiçbir zaman Kuzey Irak’a geçmedik. Bize işte o dönemde Amerikan tankerlerinden havada ikmal eğitimi verildi. Körfez Savaşı ile ilgili benim aklımda kalan şeyler bu kadar.

Açıklamalar:

(1) İntikal sonrası çekilen fotoğraflarda, bir F-4E’nin hava alığına 07.01.1991 ve 21.03.1991 yazılmış olduğu görülüyor. Bu tarihler filonun intikal ve geri dönüş tarihlerini belirtiyor. “111.Filo, 2 Ağustos 1990’da ABD ile Irak arasında patlak veren Körfez Krizi sonrası, 7 Ocak 1991’de 16 F-4E uçağı ile Erhaç’a intikal etmiştir. Filo burada herhangi bir çatışmaya girmemiş ama görev süresince 1.112/838 saat/sorti eğitim uçuşu görevi yapmıştır. Filo, 21 Mart 1991’de Eskişehir’e intikal etmiştir”.  Hava Kuvvetleri Komutanlığı Filo Tarihçeleri Cilt-I (Ankara: HvKK Genel Sekreterliği Tarihçe Şube Müdürlüğü Yayınları No:44, 2009): 76.

(2) İtalyan F-104 filosunun intikaliyle ilgili olarak bkz. “İtalyan F-104’leri Malatya’da” adlı makale. https://tolgaozbek.com/hobi/dunya-havacilik-tarihi/italyan-f-104leri-malatyada/ 

(3) Fransız Matra firması üretimi 450 lb’lik pist tahrip bombası.

(4) Uçakların seyrüsefer sistemini (INS – Inertial Navigation System) hızlı hazır hale gelecek şekilde ayarlamak.

(5) Rus yapımı, kundağı motorlu, 4 namlulu, radarlı uçaksavar aracı.

(6) ABD yapımı, orta irtifa, yerden-havaya uçaksavar füze sistemi.

(7) Pop-Up: Hedefe alçak irtifada gelerek, belli bir mesafede ani bir yükselişle tırmanıp, belli bir irtifaya gelince hedefe dalarak yapılan bomba bırakma tekniği.

(8) AAA: Anti-Aircraft Artillery – Uçaksavar Topu.

(9) Peel Off: İniş pisti istikametinde uçarken pistin ortasına gelince 180 derecelik dönüşle, bu kez ters istikamette iniş pistine paralel olunması için yapılan manevra.

* Kartal Erdöl: Üzerinde tebeşirle yazılı uçak fotoğraflarını çekerken Kartal Erdöl, aslında bir tarihe tanıklık etmişti. 16 yaşında, havacılığa çok meraklı bir gençti. Rahmetli Emekli Kurmay Pilot Albay Göksel Erdöl’ün oğluydu.

O gün okula gitmemiş, intikal dönüşünü merakla izleyip bu fotoğrafları çekmişti. Ne yazık ki Kartal Erdöl, tarihler 4 Temmuz 1991’i gösterirken Manyas Gölü üzerinde uçan Türk Hava Kuvvetleri’ne ait UH-1H helikopterinin düşmesiyle hayatını kaybetti. Bu fotoğrafları, ağabeyi Kaptan Pilot Kanat Erdöl bizlere ulaştırdı. Kendisini rahmetle anıyoruz.

 

 

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu